Otuz sekiz yıldır Kıbrıs meselesinde bir uzlaşma sağlanamamasının başlıca nedeni, ''uluslararası camia'' diye tabir edilen ABD ve İngiltere gibi güçlü ve etkili devletlerin, kendi ulusal çıkarları nedeniyle, Kıbrıs konusuna doğru bir teşhis koymaktan bugüne kadar kaçınmış olmalarıdır.
Meselenin halline yardımcı olmak isteyen çevrelerin önce Kıbrıs meselesinin ne olduğunu araştırmaları, bu meseleyi iyice irdelemeleri ve bu amaçla her şeyden önce, "Kıbrıs meselesi nedir?" sorusunu kendi kendilerine sormaları gerekir. Kıbrıs meselesinin ne olduğunu, nasıl ortaya çıktığını Güney Rum lideri Glafkos Klerides "My Deposition" adı altında yayınladığı kitabında kendisi vurgulamaktadır. Klerides, sözkonusu kitabının III. Cilt 105. Sayfasında aynen şunları yazmaktadır:
''Kıbrıs Rumlarının amacı, Adayı Türklerin koruma altına alınacakları bir Rum Cumhuriyetine dönüştürmekti. Türklerin tüm çabaları ise Andlaşmalarla kendilerine tanınan hakları müdafaa etmekti.... Durum bugün de aynıdır ve değişen, birşey yoktur".
Rumlar, ulusal bir hedef olarak belirledikleri ''Kıbrıs ı bir Rum Cumhuriyeti'ne dönüştürme ve Yunanistan'la birleştirme (ENOSÎS)" hedefine ulaşmak gayesiyle, iki halkın eşit kurucu ortaklığına dayalı 1960 ortaklık Cumhuriyeti'ni, Aralık 1963'te Türklere karşı giriştikleri etnik temizlik operasyonu sonucunda silahlı saldırılarla yıktılar. Türkleri ortaklık cumhuriyetinin tüm organlarından dışladılar ve Anayasanın "ölmüş ve gömülmüş' olduğunu ilan ettiler. Rum Papaz Makarios 1963-1974 yıllarında Kıbrıs Türklerine etnik temizlik uygulamakla. Balkanları kan gölüne çeviren Sırp canilerin lideri Slobodan Miloseviç'in bir anlamda öğretmenliğini yapmıştır.
O dönemde Kıbrıs Ordusu Komutanı görevinde bulunan Yunanlı General George Karayannis, Atina'da yayınlanan "Ethnikos Kryx" gazetesinin 13 Haziran 1965 tarihli sayısında yayınlanan bir mülakatta şunları söylemiştir: ''Makarios, 1960 yılının Ağustos ayında (Andlaşmaların imzalandığı günlerde) aşağıdakileri uygulama kararı aldı:
A. Kıbrıslı Rumları muharebeye hazırlık amacıyla gizlice silahlandırmak,
B. Anayasada değişiklik yaparak Cumhurbaşkanı Muavininin veto yetkisini ortadan kaldırmak.
C. Muharebe ve hazırlanmak için gizli bir plan hazırlatmak.
Kıbrıslı Rumlar böylece muharebeye hazırlandılar ve kurulan gizli örgütün adı daha sonra ''Rum Milli Muhafız Ordusu'' adını aldı. Türklerin anayasada değişiklik yapılmasını reddetmeleri üzerine, Makarios gizli planını yürürlüğe koydu ve Rumların Türklere karşı saldırıları Aralık 1963'te başlatıldı. "
Sözkonusu mülakatında General Karayannis'in de ifşa ettiği gibi Makarios, daha Andlaşmaların imzalandığı günlerde ortaklık cumhuriyetini yıkmak gayesiyle "gizli ordular" kurulması emrini vererek "Akritas Planı'nı" hazırlatmış ve Aralık 1963'te bu planı uygulamaya koyarak Türk ortağa karşı silahlı saldırılar başlatmıştır.
İki kurucu halkın eşit siyasi ortaklığına dayanan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'ni, Ada'yı bir Rum Cumhuriyeti'ne dönüştürmek maksadıyla kasıtlı olarak yıkan Rumlar, Kıbrıs meselesini yaratan suçlu taraf olmalarına rağmen. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından 4 Mart 1964'te alman ve Ada'ya Barı Gücü konuşlandırılmasını öngören kararında, haksızca ve uluslararası hukuk normlarına aykırı olarak, "tüm Kıbrıs'ın meşru hükümeti" addedilmişlerdir.
Makarios, kendinden sonra göreve gelecek olan Rum liderlerine bıraktığı vasiyetinde ''Rumları meşru hükümet olarak kabul ettirmekle Kıbrıs’ı Enosis’e en yakın konuma getirdim. Bu sıfattan ne pahasına olursa olsun, asla gerilemeyiniz... Eğer gerileyecekseniz, sadece Enosis için gerileyiniz'' demiştir.
Dolayısıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından haksızca ''meşru hükümet" addedilmekle, Rum tarafı Kıbrıs'ta varmak istediği hedefe ulaştığı düşüncesinde olup, izlemekte olduğu temel siyaseti, Ada'ya Barı Gücü gönderilmesi amacıyla aldığı ''her ne pahasına olursa olsun, bu ünvanı terk etmemek" olarak belirlenmiştir.
Rumların bu sahte ünvan altında tanınmış olmaları, Rum tarafında meselenin halli yönünde en küçük bir istek ve motivasyon bırakmamıştır. Kıbrıs meselesinde otuz sekiz yıldır bir uzlaşma sağlanamamasının temel nedeni de budur.
Kıbrıs Türkleri 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'nden silah zoruyla dışlandıktan ve devletsiz bırakıldıktan sonra, zaman içerisinde kendi ayrı idari yapılarını oluşturarak kendi kendilerini yönetmeye başladılar. Enosis'i gerçekleştirmek yolunda son adımı teşkil eden 1974 Yunan Darbesinden sonra Türkiye, Garantörlük Andlaşmalarına dayalı meşru müdafaa hakkını kullanarak Kıbrıs Türklerini topluca katledilmekten kurtardı. 1975 Nüfus Mübadelesi Anlaşması ile iki kesimlilik gerçekleşmiş oldu.
Rum tarafının uzlaşmaz tutumu neticesinde. Birleşmiş Milletler iyi niyet misyonu çerçevesinde, 1977 yılından itibaren 1983 yılına kadar devam eden görüşmelerden hiçbir sonuç alınamaması üzerine, Kıbrıs Türkleri 15 Kasım 1983'te kendi bağımsız ve egemen devletlerini, diğer bir ifadeyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini, ilan ettiler.
Kıbrıs'ta bir uzlaşma sağlamak için BM gözetiminde sürdürülen görüşmeler devam ederken, Rum tarafı 3 Temmuz 1990 tarihinde Avrupa Birliği'ne tam üyelik başvurusunda bulundu. Rumların bu tek taraflı ve Kurucu Andlaşmalara aykırı başvurularının amacı ekonomik değil, tamamen siyasidir.
Glafkos Klerides ''Avrupa Birliği’ne girildiğinde, 1960 Garanti Andlaşmasının bir Avrupa ülkesine karşı pratikte işlemeyeceğini, iki kesimlilik ve global mal mülk değişimi dahil Kıbrıs Türklerinin olası bir anlaşma ile elde edecekleri hak ve güvencelerin Avrupa Birliği normlarına göre geçersiz addedileceğini, tüm Rum göçmenlerin Kuzey'e geri döneceklerini ve- bu sayede Yunanlılığın Kıbrıs'ta son hedefine ulaşmış olacağını'' açıklamıştır.
Klerides'in bu açıklamasından da anlaşılacağı gibi, Rumların Avrupa Birliği üyeliğinden amaçları Türkiye'nin Andlaşmalarla tescil edilmiş Kıbrıs üzerindeki etkin garantisini ortadan kaldırarak, 1923 Lozan Andlaşmasının bir uzantısı olarak Kıbrıs'ta tesis edilen Türk-Yunan dengesini kendi çıkarları yönünde tek taraflı bozmaktır.
Avrupa Birliği'nin Kıbrıs Türk tarafının haklı itirazlarına rağmen Rumların ''meşru hükümet" ünvanı altında yaptığı tek taraflı başvuruyu kabul ederek işleme koyması, Rum tarafının Kıbrıs konusundaki uzlaşmazlığını daha da artırmıştır. Rum tarafı Kıbrıs'ta varmak istediği hedefe zaten Avrupa Birliği üyeliği yoluyla ulaşacağı beklentisi içme girerek, o ana kadar belirlenmiş olan çözüm parametrelerine sırt çevirmiştir. Böylece, "toplumlararası görüşmeler" ve "iki kesimli federal çözüm" çabaları fiilen ortadan kalkmış oldu.
Kıbrıs Türk tarafı, AB tarafından "yegane muhatap" addedilen Rumlarla üyelik görüşmelerinin başlatılması kararının alındığı Aralık 1997 Lüksemburg Zirvesinin ardından, bundan sonraki müzakerelerin ancak devletten devlete yapılabileceğini açıkladı. 31 Ağustos 1998 tarihinde ortaya konulan önerimizle, iki devlet arasında yapılacak müzakerelerin hedefinin Konfederasyon olacağı açıklandı. Ancak Rum tarafı, Yunanistan'ın da etkisi ve AB üyeliği sürecinden aldığı cesaretle Türk tarafının Konfederasyon önerisini anında reddetmiştir.
Dolayısıyla AB'nin, ''katalizör işlevi" göreceği yanlış düşüncesiyle Kıbrıs meselesine karıştırılması Rum tarafını uzlaşmazlık yönünde daha cüretkar bir pozisyona itmiş ve uzlaştırma çabalarını aksine daha da zorlaştırmıştır.
Rum tarafının tek başına AB'ne üye alınması, Rumların dolaylı bir şekilde AB üyesi Yunanistan'la entegrasyona gitmeleri anlamına gelmektedir. Halbuki 1960 Andlaşmaları, Enosis ve Taksim'in yanı sıra, iki anavatan Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte üye bulunmadıkları uluslararası herhangi bir kuruluşa Kıbrıs'ın üye olmasını yasaklamıştır. Amaç, "yetkileri kısıtlı bir devlet" şeklinde oluşturulan 1960 ortaklık devletinin dolaylı yoldan kendi bağımsızlığını ortadan kaldırmasına fırsat vermemekti.
İki tarafla sürdürülen yoğun mekik diplomasisi neticesinde BM tarafından ortaya konulan 1992 "Fikirler Dizisi"nde, Kıbrıs'ın AB'ne üyeliğinin ancak bir anlaşmadan sonra ve iki halkın ayrı ayrı düzenleyecekleri referandumlarla onaylanması koşuluyla gündeme gelebileceği belirtilmektedir.
Uluslararası andlaşmalara ve tüm bu gerçeklere rağmen, Rum tarafının AB'ne yaptığı tek taraflı başvurunun kabul edilerek işleme konması bir insanlık ayıbıdır.
Kıbrıs Türkleri ilke olarak AB üyeliğine karşı değildir. Ancak böyle bir üyeliğin Kıbrıs'ın kendine özgü (sui generis) koşullarında değerlendirilmesi gerekir. Eşitlik ve egemenliğimiz olası bir anlaşma ile dünya ve AB nezdinde kabul edilmeden, ayrıca Kıbrıs'ta varoluşumuzun yegane teminatı anavatanımız Türkiye de, diğer anavatan Yunanistan gibi, AB'ne tam üye olmadan, Kıbrıs'ın AB'ne girmesi biz Kıbrıs Türkleri için çok büyük tehlike arz etmektedir.
Kıbrıs'ta bir uzlaşma, ancak soruna doğru teşhisin konulmasıyla mümkün olabilir. Kıbrıs Türk tarafının Konfederasyon önerisi, Kıbrıs meselesinin halli için en mantıklı, en gerçekçi ve uygulanabilir yöntemi göstermektedir. Kıbrıs Türk tarafı geçmişte yaşanan acı tecrübelerden sonra, Rumlar tarafından istedikleri anda tekrar bozulamayacak kalıcı bir anlaşmadan yanadır. Olası bir anlaşmanın kalıcı olabilmesi ve 1963'te olduğu gibi sadece "kağıt üzerinde" kalmaması için. Devlet esasına ve egemenliğe dayanması gerekir. Böylece, Rumların ileride bize yeniden saldırmaları halinde ortaya çıkacak kargaşa geçmişte olduğu gibi dı dünyaya bir "iç mesele" olarak lanse edilemeyecek, egemen bir devletin diğer egemen devlete açık saldırısı olarak görülebilecektir.
Kıbrıs meselesinde bulunduğumuz nokta, özet olarak budur.
Ulusal Kıbrıs davamızın halkımız, gençlerimiz ve yabancı çevreler tarafından daha iyi anlaşılmasına olanak vermek amacıyla özverili bir çalışma sonucunda bu kitaba katkı sağlayan, başta Doğu Akdeniz Üniversitemiz (DAÜ) Uluslararası İlişkiler Bölümü yetkilileri olmak üzere, tüm araştırmacıları en içten duygularımla kutlar, bundan sonraki çalışmalarında başarılar dilerim
Rauf R. DENKTAŞ
0 Yorumlar