Klara'nın İzinde

Çağdaş Avusturya Edebiyatının Bayan Romancılarından Elizabeth Hauer, Bu Romanında birbiriyle akrabalık bağıyla, üç kuşaktan üç kadının hayat hikayesini, yakın çevreleri içinde renkli imajlarla anlatırken Viyana'nın ve Avrupa'nın Kültür tarihinden ilginç tablolar sunuyor. 

Kimlik problemi, eserin önemli odaklarından biri olarak karşımıza çıkıyor. 

Çeviren: Prof. Dr. Gürsel Aytaç
Dizisi: Edebiyat Dizisi
Türü: Roman
Editör: Nurten Sıcakyüz
Cilt Bilgisi: Amerikan cilt
Kağıt Bilgisi: Enzo Cremy
Basım Tarihi: Şubat 1999
Sayfa Sayısı: 417
Kitap Boyutları: 13,5x 19,5 cm
ISBN No: 978-975-520-156-6
Barkod No: 9789755201566
Etiket Fiyatı: 55.-TL
e-kitap Fiyatı: 19.-TL

Bir Çağ Romanı "Klara'nın İzinde"
Neşe Taluy Yüce

Prof. Dr. Gürsel Aytaç'ın çevirisi ile dilimize kazandırılan, Avusturyalı yazar Elisabeth Hauer'in "Klara'nın İzinde" (Sommer wie Porzellan) adlı romanı bir solukta okunacak bir yapıt. 

Eserin konusu şöyle özetlenebilir: Christine ikinci kuşak kuzeni Klara'ya olan çarpıcı benzerliğinin sık sık vurgulanmasına önceleri bir başkaldırı gösterir Avukat olan kocası Konrad'ın da Klara Vassarey'in miras davası ile ilgilenmesi üzerine, gizemli bir hava içinde tutulmaya çalışılan benzerinin yaşamına ilgi duyar ve gizlice başlattığı araştırmasına, Klara'nın torunu olan Benedikt'e karşı duyduğu aşk yüzünden kocası ve ailesini terk ederek devam eder. Bu şekilde yaşamının o dönemine kadar herkesin  Klara'nın gölgesinde, onun bir devamı olarak saydığı benliğinden sıyrılır ve öz kişiliğine kavuşur. 

"Klara'nın İzinde" gerçek anlamda  bir çağ romanı. Tüm dünyaya damgasını zedeleyerek vuran nazizmin 1930-39 yılları arasındaki ilk rüzgarlarına roman dokusu içinde sık sık rastlamak olası.

II. Dünya Savaşı öncesi gelmekte olan korkunç kâbusun habercisi olan günler romanda şöyle veriliyor. Avusturya'nın tatil yerleri hemen hemen boştu; daha geçen yıl oranı yüzde kırk olan Alman konuklar yoktu. Adolf Hitler I Haziran günü Avusturya gezilerinin sınırlandırılması yasasını, Avusturya'nın nasyonal sosyalizmle savaşına Cevap olarak çıkardığından beri ve her Alman vatandaşı için, devlete, oraya seyahat için I000 Marklık bir vergi ödemek zorunda olduğundan beri Almanlar başka ülkelere gidiyorlar, ya da izinlerini içeride geçiriyorlardı. (s. 142)

İşlemekten eskimeye yüz tutmuş bu konuyu Hauer, değişik bir boyutundan kavramış. Sıradan bir canbaz olan Poldo Graber'in ekonomik sıkıntısını giderebilmek için katıldığı ideolojik hareketlere, gitgide önemli bir kişi olduğu hissine kapılarak candan destek vermesi, her çağda ve her ortamda değişik boyutlarda gördüğümüz bir gruba ait olma isteğinden başka bir şey değildir. Poldo anlattı. "Bir gün diyordu, bir gezinti sırasında bir yabancı tarafından lafa tutulmuş. Bu adam demiş ki, adını vermeyeceği önemli adamların dikkatini çekmiş kendisi. Onu izlemişler. Çalışkan bir adam olduğunu, güçlü kuvvetli, güvenilir, işe yarar olduğunu fark etmişler. Haksızlık sonucu işsiz kalmış, yeteneklerinden yararlanılmış bir insan. (s. 348) Fotoğrafta tam üniforma giymiş Poldo Graber var. Tepeden tırnağa bir SA adamı (Nazi Hücum Kuvveti) Duruşu ve bakışı tam bir SA. Zihniyeti ve eylemiyle tam birSA. Führer'in her an hizmetinde. Çayırda yamalı mavi fanilasıyle ekmeğini çıkaran o idmancı Poldo Graber'den hiçbir iz yok" (s. 436) Bu bağlamda, şartlar tarafından değiştirilen Poldo Graber'in olumsuz kişiliğini bir anlamda okuyucuya affettirme çabasını Hauer'de yakalıyoruz. "Aslında benim hayatım hep zordu, Allah belasını versin, berbattı, bunu Benedik de böyle bilsin."(s. 320) Bu sözlerle Poldo Graber'de kendisine acıyor, belki de günah çıkarıyor.

1980'li yılların Avusturyasındaki bir protesto sahnesi ile bu yılların politik panoramasından kesit veriliyor. "Büyük gösterişli bir binanın önünde, sonra anlaşıldı ki bu Alman Elçiliğiydi, bir kızla bir oğlan buz gibi yerde oturmuştu, düpedüz öylece, soğuktan sakınmadan (...) sonra vücutlarına doladıkları zincirleri gördüm, bacaklarından omuzlarına kadar. Aralarında tahta çerçeve içinde pis bir ilan yapıştırılmıştı. 'Protesto' yazıyordu cart kırmızı ile ve altında 'Alman Fedaral Meclisinin Silahlanma Kararına Karşı ' ve onun altında 'Yeni Silahları Yok Edin' (s.195) Soğuk savaşa son verme ve özellikle 80 li yılların II. yarısında hız kazanan silahsızlanma yarışına halkın verdiği desteği olduğu gibi yansıtan bu örnekte E. Hauer'in dünü ve bu günü ilginç bir şekilde karşılaştırdığına ve toplum muhasebesi yaptığına tanık oluyoruz.

XX.yy II. yarısından sonra varlığını iyice hissettiren kadın özgürlüğünü Chiristine'nin "Sonunda gerçekten istikbalim konusunda başka çözüm olmazsa, bana çalışmadan rahat bir hayat sağlayacak herhangi bir insanla evlenmeye hazır olduğumu söyleyince yine çizmeyi aştığımı fark ettim." (s. 20) sözleriyle belirginleşen ironik teslimin yerini, "Konrad ayağa kalktı, o zaman bana demiştin ki bir tünele doğru gidiyorum. Tünelde kaybolmanı istemiyorum Christine. Neredeyse sonundayım dedim. Derin bir nefes alarak ve başımı geriye attım öteki uçtaki ışığı görüyorum artık." (s. 400) son tümcedeki anlamlı baş kaldırı alıyor.

Christine kimliğini bulma savaşı verirken gerçeklerin farkına varmaya başlar. O artık yalnızca günlük eğlenceler için yaşayan, olgunlaşmamış çocuk ruhlu bir genç kadın değildir." Şimdi ücretsiz bir I. mevki uçuşun bize mümkün oluşu bir kaç ay önce olsa, beni sevindirirdi, hatta gururumu okşardı. Şimdi kendimi huzursuz hissediyorum." (s. 302)

Julius'un hastalığı yüzünden Agnes'e giden Christine,  Benedikt'in izini bulur. Bu şekilde Julius, çok sevdiği Christine'nin kimliğine kavuşmasına do-laylı olarak yardımcı olur. Klara'nın aksine kocasının kanatlar altından çıkan bir kadının kendi başına da pekala yaşamını sürdürebileceği, romanın sonunda kimlik problemini çözmüş Christine'nin kişiliğinde vurgulanır. "Kendini tanıyabiliyor musun? diye sordu Julius Amca, bekle dedim, bekle! Ben seni buldum dedi. Sen Klara değilsin. Christinesin sen." (s. 476)

Klara'nın izinde Avusturya toplumundaki sınıfsal farklılıkların da açıkça belirtilmesi, bir bakıma ortaya konulması açısından da ilginç. "Uzun düz saçları, ince yüzü ve ellerini masanın üzerine koyuş tarzıyla ayrıcalıklı bir etki yaratıyordu. İç güdüsel olarak kavrayıverdi Wenzel, onun bu çevreye ait olmadığını." (s. 202) "Benedikt uykuya dalmadan Wenzel terasa geldi ve yatağın kıyısına ilişti. Biz hepimiz biliyoruz, ne sen bizdensin ne de biz senden." (s. 90)

Romanın bel kemiğini oluşturan kişi, hizmetçi Agnes. Onun varlığı ile roman gizemli bir havaya bürünüyor. Gençliğinin önemli bölümünü Klara Vasserey'in yanında geçiren ve ona çocukluğunun tüm saflığı ile bağlanan, Agnes kendisini sevgili Klara'nın ölümünden sorumlu tutarak, belki de tekrar aynı soluğu duymak "Onun nefesini duyuyordu (...) Klara Vasserey'in nefesi  işte. "(s. 210) Ve onun ölmediğine inanmak isteği ile Christine'nin yanında çalşıma hayatının son dönemine girer. Böylece hizmetçilik yaşamına bir Klara'nın yanında başlarken, bu yaşamı diğer Klara'nın yanında noktalar. Romanın sonunda Christine Agnes'in evine sığınır. Ama o artık Agnes'in gözünde gerçek Christine'dir, Klara değil. Aralarındaki duygusal bağ da Klara-Agnes arasındakinden çok farklıdır.

Romanda zamanın işlenişi üzerinde durulması gereken bir konu. 

Christine figürünün yaşadığı olaylar 1983 sonbaharından1984 sonbaharına kadar uzanır. Ancak 1930'lara ulaşan geçmişe yapılan geri dönüşlerle, roman elli yılı aşkın bir zaman dilimini kapsar.

Olaylar dokusu içinde zamanın önemi sürenin uzunluğunu aşıyor. 29-31 Ağustos günleri arasındaki üç gün romanın can alıcı noktasını içerir. Bu üç günlük süreyi anlatan bölüm olayların soluk aldığı bölümdür. Klara Vasserey üzerindeki sır, bu kısacık sürenin her anının anlatılmasıyla ortadan kalkar. Okuyucuda bir ferahlama olur. Düğüm artık çözülmüştür. Klara'nın beklenen ölümünden sonra, evlilik dışı çocuğunun aile tarafından reddedilişi bir yerde Klara'yı cezalandırmak gibi görünüyorsa da aile bu kararın yükünü vicdanında her zaman taşımıştır. "Her şey fevkaladeydi. Klara'nın kızı birinci sınıf bir yurt-taydı, miras hukuku bakımından herşey ayarlanmıştı. İstikbali için bir tehlike yoktu. Sonunda aslını itiraf etmesini biz kabul etmedik. Bizim programımıza uymuyordu bu. (...) Sen bizim suskunluğumuza son verdin Christine. "(s. 475)

"Klara'nın İzinde"nin geçmişle bu gün arasında gidip gelen olaylar dokusu romanı ilginç kılarak sürükleyicilik sağlıyor. Bir kadının kaleminden çıktığı açıkça belli olan bu yapıt, toplum romanın olmasının yanı sıra, kadın sorunsalını geleneksel roman okuyucusuna seslenerek yansıtıyor.


 

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Yukarı Çık!