Günümüzün geri kalmış (ya da bıraktırılmış) uluslarında var olan gelenekçilik eğilimi, sanıldığı gibi bir tutuculuktan, gericilikten, ya da yazgıya boyun eğişten kaynaklanmamaktadır. Bu eğilim yüzyıllardan bu yana süregelen, çok güçlükle ayakta tutulan ve kolaylıkla yıkılabilecek bir yaşantıyı, en küçük bir güvensizlikten ve kendi doğası gereği yapısında bilinmeyeni taşır, gelen bir yenilik o, çok güç sürdürülen yaşama biçimi için bir çekincedir, daha iyisine ulaşmak için kural dışına çıkmak eldekinin yitirilmesiyle sonuçlanabilir. Gelenekçilik, doğaya karşı verilen savaşımda toplumun çok güçsüz olmasından ileri gelmektedir. O, çok zor sürdürülen "Yaşamın Kalıcılığı" biçimlerini çekingeye sokabilecek, yeniye alışılmamışa karşı bir koruma niteliği taşır. Doğa ile yapılan savaşım öyle güçsüz araçlarla yürütülmektedir ki, birey savaşımın bir yanlısı değil, doğanın bir parçasıdır. Amacı doğaya egemen olmaktan çok, onun kurallarına uymaktır.
Osmanlı devletinde de devlet iyeliğine dayanan bir "DENGE" oluşturulmuş ve düzenin "BAŞAT DENGESİ"; "TOPRAK-ORDU" ikileminin uyumuna özgülenmişti. Toprak gelirlerinin, "MEMUR ASKER" niteliğindeki "SÎPAHİ"ye bırakılmasının ilk sonucu, "TIMARLI SİPAHİ"lere dayanan çok güçlü bir ordunun varlığı olmuş, toprak iyeliğinin devlette bulunması, bu niteliğinin bozulmadığı sürece "DEREBEYLİK" oluşumunu engellemiş ve toplumu bu düzenin getireceği kargaşadan korumuştur.
İKİNCİ DENGE; ekonomik düzenle birey ve Dünya görüşü arasındaki dengedir. Değişik özellikteki ekonominin başarısı için bireylerin belirli nitelikleri taşıması gerekirdi. Osmanlı düzeni, toplumcu (cemaatcı), elindeki ile yetinen, yumuşak başlı, uysal, "SERÜVEN"den kaçınan bu nitelikleri Anadolu halkında bulmuş ve ona tam bir uyum sağlamıştı.
"..Bir ülkenin ekonomik oluşumu, o ülke "halk"nın örgensel varlığının, kuruluşlarının işleyiş biçimi ve niteliklerinden dolayı da, o "halk"ın eğilimleri ile gelenek ve göreneklerinin dışa yansımasıdır.
Bu nedenle, Türkiye'nin varlığı ilgi çekici birçok konuya yol' göstermesi ve derinliğine inceleme yapılabilmesi için engin bir alan açmaktadır. Belirli bir ekonomik erinç ve üstün bir siyasal konuma erişmiş olan devletlerin yıkıntısı üzerinde kurulmuş olan Osmanlı devleti, kendisinden önceki uygarlıklardan yararlanmış, onlardan aldığı ekonomik, siyasal ve yönetimsel kuruluşlardan çoğuncasını kendi özel eğilimlerine uydurmuş ve ancak öyle benimsemiştir. Bu nedenle Osmanlı ekonomik oluşumu, önceki uygarlıklarla uzlaştırılan bir "ÖZÜMLEME" çalışması üzerine dayanmaktadır. Bu çalışma, bir yandan ülkenin yönetim ve siyasal kuruluşlarında ortaya çıkan değişimlerin nedenlerini göstererek ülke ile ilgili önemli bilgiler vermekte, öte yandan bir başka dönem için Asya'nın ekonomik siyasası üzerine en az o denli önemli veriler ortaya koyarak iki katlı yarar sağlamaktadır. Çoğunluğu bu ikili düşünme yöntemine yabancı kalmış olan olay yazarların yapıtlarında bu konulara ilişkin sağlıklı bilgi edinebilmek aşağı-yukarı olanaksızdır. Bu olay yazarların sürekli bir biçimde "kalem"lerinden kaçıp yapıtlarının değişik yerlerine serpiştirilmiş bulunan bilgi kırıntılarını araştırmak ve birleştirmekledir ki, Osmanlı ekonomik oluşumu üzerine bir deneme yapma olanağı bulunabilir. İşte, olay yazarların yapıtlarını gözden geçirirken bu ilkenin izlenilmesini görev edindim. Başarımdan dolayı övünmüyorum, tüm üstünlüğü kaynaklardan olduğu gibi alıntılanmaktan oluşan bu denemelerim okurlarımın ilgisini çekebilirse, ancak böylece çalışmanın ürününü gereğinden de çok almış olacağım.
-BİRİNCİ BÖLÜM / OSMANLI PARALARI
-İKİNCİ BÖLÜM / DEVLET GELİR-GİDERLERİNİN YÖNETİMİ
-ÜÇÜNCÜ BÖLÜM / SAYMANLIK YÖNTEMİ
-DÖRDÜNCÜ BÖLÜM / GELİR-GİDER ÇİZELGELERİ
-BEŞİNCİ BÖLÜM / BAŞLICA DOKUZ EVREYİ İÇEREN
-TARİHSEL VE EKONOMİK ÖZET
0 Yorumlar